TÜM YÖNLERİYLE COVİD-19, ALİ ARSLANTAŞ,NURDAN ACAR, Editör, ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ, Eskişehir, ss.347-355, 2021
BÖLÜM |
COVID-19
Sitokin Fırtınası. MAS Patogenezi |
|
27 |
||
|
Prof.Dr.
Cengiz KORKMAZ İç
Hastalıkları Romatoloji |
|
COVID-19
enfeksiyonu, çoğu kişide yakınmasız ya da hafif belirtilerle atlatılırken,
hastaların bir kısmında hastane yatışı gerektiren pnömonilere yol açar. Bunların bir kısmı da akut respirator distres
sendromunun (ARDS) ortaya çıkmasıyla yoğun bakım yatışına ve mekanik
ventilasyona muhtaç olur. İşte bu şiddetli klinik sürecin belirleyicilerinden
birisi sitokin fırtınası olarak adlandırdığımız durumdur. Bir başka
isimlendirme olarak, sitokin salınma sendromu (SSS) veya hipersitokinemi
terimleri de kullanılmaktadır. Sitokin fırtınası nedir? Günümüzde çok duyarlı
teknikler ile femtogram düzeyindeki sitokinleri bile ölçmek olası iken, sitokin
fırtınasının tam olarak ne anlama geldiğini söylemek zordur. Sitokin fırtınası, bağışıklık sistemini
oluşturan hücrelerin aşırı etkinleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan kontrolsüz
sitokin üretimi ve yüksek dereceli inflamasyon ile özellikli bir durum olarak
tanımlanabilir (1). Sitokin fırtınası sadece infeksiyöz nedenlerden değil,
genetik, onkolojik ve bazı romatolojik hastalıkların seyri sırasında da meydana
gelir. Sitokin fırtınası sonuçta çoklu organ yetersizliklerine ve yüksek
mortaliteye yol açar. Bir viral etken ya da başka bir antijenik yapı nasıl
inflamasyona yol açar, takiben nasıl sitokin fırtınasına kadar ilerleyen ve
hayatı tehdit eden süreç başlar sorusunun yanıtını bilebilmek için inflamasyon
yolaklarının çalışma mekanizmalarını bilmek gerekir.
Bağışıklık sistemi ve İnflamasyon
Bağışıklık
sistemi, doğal (innate) ve edinsel (adaptive) bağışıklık sistemi olmak üzere
iki kısımdan oluşur. Bu iki sistem birbirlerinden bağımsız değildirler,
birbirleri ile eş güdüm içinde çalışırlar. Doğal bağışıklığın elemanları,
nötrofiller, makrofajlar, monositler, dendritik hücreler, kompleman sistemi ve
sitokinlerden oluşur. Bu hücreler üzerinde “pattern recognition receptors”
(PRRs) olarak adlandırılan ve yabancı antijenleri tanıma özelliği olan
reseptörler bulunmaktadır. Bu reseptörler “pathogen-associated molecular
patterns” (PAMPs) olarak adlandırılan, organizmaya yabancı olan ya da yabancı
olmasa da çeşitli süreçler sonucu değişime uğramış yapıları tanırlar ve bunlara
karşı inflamatuvar bir tepkinin oluşması için inflamatuvar yolakların
etkinleşmesini sağlarlar (2). Ancak bağışıklık sistemini etkinleştiren sadece
hücre dışından gelen antijenik yapılar değildir. Hücre içinden de kaynaklanan
antijenik özellikli yapılar ortaya çıkabilir. Bunlar “danger associated
molecular patterns” (DAMPs) olarak adlandırılır. Bunlar da hücredeki
inflamatuvar yolakları etkinleştiren uyaranlar olarak rol oynarlar. PRR’lerin
en önemlileri hem hücre yüzeyinde hem de hücre içi endozomların membranında
bulunan “Toll-like” reseptörlerdir. Örnek vermek gerekirse, viral PAMP’lar,
özelllikle de viral RNA’lar, endosomal TLR-7’ler ve sitozolik nükleik asit sensörü
olan “retinoic-acid inducible gene 1” (RIG-1) ve “melanoma
differentiation-associated protein 5 (MDA5) tarafından algılanır (3,4).
Viral bir etken inflamatuvar
yolakları nasıl etkinleştirir?
Virüsün
kendisi, partikülleri ya da piroptosis olarak adlandırdığımız inflamatuvar
aracılıklı hücre ölümünü takiben ortaya çıkan hasarla ilişkili moleküller
(DAMPs), hücre yüzeyinde bulunan ya da hücre içinde bulunan “toll like”
reseptörler aracılığı ile algılanır. Bu algılama sonucu 3 ayrı doğal bağışıklık
tepkisi ortaya çıkar. Bunlardan ilki, NF-ĸB aracılıklı inflamatuvar sitokin
sentezini arttıran genlerin aktifleşmeleri; ikincisi, tip 1 interferon
aracılıklı antiviral yanıtı sağlayan düzenleyici genlerin etkinleşmesidir (5).
Bağışıklık sisteminin doğal bağışıklık kanadını etkinleştiren bir başka durum,
virus ile infekte hücrelerde ortaya çıkan DAMP’lari tanıyan ve bunlara karşı
inflamasyon kaskadını harekete geçiren inflamazom sisteminin etkinleşmesidir.
İnflamazom aktivasyonu sonucu IL-1 beta sentezi ve salınımı artar (6). Bütün bu süreçler, dıştan ya da içten gelen
zararlı ya da yabancı etkene karşı organizmanın dengeli bir şekilde, kendisine
zarar vermeyecek ölçüde bir inflamatuvar yanıtın verilmesini sağlar. Böylece
zararlı etken, sınırlı bir inflamatuvar yanıt ile ve kısa süre içerisinde
ortamdan temizlenir. Bu süreçte virus ile enfekte hücreler doğal bağışıklık
sisteminin bir elemanı olan NK hücreler tarafından ve edinsel bağışıklık
sisteminin elemanı olan CD8 (+) sitotoksik T hücreleri tarafından perforin aracılıklı
hücre lizisi mekanizması ile parçalanarak ortadan kaldırılır. Bunun yanında
antiinflamatuvar sitokinler ve regülatör T lenfositleri de inflamasyonun
sınırlanmasına katkı sağlarlar. Bu dengeli, organizmaya zarar vermeden gelişen
bağışıklık sistemi yanıtına “fonksiyonel immün yanıt” denir (Resim 27.1).
Resim 27.1. SARS-CoV-2 virüsüne karşı
gelişen normal “fonksiyonel” immün yanıt (Resim yazar tarafından
düzenlenmiştir). PAMPs: “Pathogen-associated molecular patterns”, DAMPs:
“Danger associated molecular patterns”
SARS-CoV-2 virüsü ve immünopatogenezi
Sitokin
fırtınasını daha iyi anlamak için hastalık etkeni ile immün sistemin nasıl
etkileştiğini bilmemiz gerekir. SARS-CoV-2 virüsü ile temastan makrofaj
aktivasyon sendromuna (MAS) kadar ilerleyen süreç nasıl gelişmektedir?
SARS-CoV-2 virüsü damlacık yoluyla alındıktan sonra üst solunum yoluna takiben
akciğere yerleşmektedir. Virüs, ACE2 reseptörünü kullanarak farinks, larinks,
tip-II pnömositleri, alveolar maktrofajları ve endotel hücrelerini enfekte
eder. Virüs yüzeyinde bulunan S protein S1 ve S2 alt tiplerden oluşur. S1, ACE2 reseptörüne bağlanırken S2 hücre
membranı ile füzyon yapar. Ancak bu olaydan önce bir transmembran serin proteazı
olanTMPRSS2’nin S proteinini S1 ve S2 olmak üzere 2 parçaya ayırması gerekir.
S-ACE2 birleşimi ve membran füzyonundan sonra virus hücreye girer (7). Hücre
içinde endosomik sistemi kullanarak sitoplazmaya ulaşır ve burada virus viral
RNA genomunu çoğaltır ve yeni virus partikülleri oluşturur. Takiben bulunduğu
hücre parçalanır ve virus ortama dağılarak diğer hücreleri enfekte etmeye devam
eder (8). Bütün bunlar olurken bağışıklık sistemi ne yapar? Bunun için
bağışıklık sisteminin enfeksiyon etkenlerine karşı nasıl tepki verdiğine
bakmamız gerekir. SARS-CoV-2 virüsü hem doğal hem de edinsel bağışıklık
sistemini etkiler (9). Yukarıda
sözünü ettiğimiz, NF-kB yolu, tip I interferon yolağı ve inflamazom aktivasyonu
sonucu proinflamatuvar sitokinlerin genlerindeki aktifleşmeyle sitokinler
sentezlenir ve salgılanır. SARS-CoV-2 infeksiyonu sırasında önce IL-1β, IL-1RA,
IL-7, IL-8, IL-10, IFN-ɣ, “monocyte chemoattractant peptide” (MCP)-1,
“macrophage inflammatory protein” (MIP)-1A, MIP-1B, “granulocyte-colony stimulating
factor” (G-CSF) ve “tumor necrosis factor-alpha” (TNF-α) gibi sitokinlerin
düzeyi artar (10). Özellikle yoğun bakım hastalarında IL-2, IL-7, IL-17, IL-10
ve TNF-α gibi sitokinler çok daha fazla artar (10, 11). Ayrıca bu süreçte
CXCL8, IP10, MCP1, MIP1α, MIP1β gibi kemokinler de artar ve inflamatuvar sürece
katkı sağlarlar. Kemokinler, NK hücrelerini, dendritik hücreleri, nötrofilleri,
monositleri ve lenfositleri olay yerine çekerler. Bu lenfositler (CD4 T
hücreler) bir yandan dendritik hücreler tarafından kendilerine sunulan viral
antijenik yapıları tanırlar ve SARS-CoV-2 virüsünün spike proteinine ve
nükleokapsid proteinine yönelik özgül antikor geliştirilmesi için B
lenfositlere sinyal gönderirler. Diğer yandan da virüsü hedefleyen ve
temizleyen sitotoksik T lenfositleri uyarırlar.
Ig A, M ve G tipi antikorlar bu immünolojik olaylar sonucunda oluşur ve
ACE2 reseptörü taşıyan hücrelerin infekte olmasını sağlayacak virüsün
nötrolizasyonunda önemli işlev görürler.
SARS-CoV-2 virüsü sitokin fırtınasına
nasıl yol açar?
COVID-19
enfeksiyonu etkeni olan SARS-CoV-2 virüsü immün sistem üzerinde nasıl etki
gösterir de sitokin fırtınasına ve MAS’a kadar ilerleyen bir dizi olaylara yol
açar? Bu süreçte genetik ve epigenetik faktörlerin ne kadar belirleyici olduğunu
tam olarak bilmiyoruz. Ancak bazı ailelerde birden fazla kişinin COVID-19
enfeksiyonundan daha ağır etkilenmeleri ya da ölmeleri ek genetik ve epigenetik
faktörlerin önemli olabileceğini akla getiriyor. SARS-CoV-2 virüsü vücudun inflamatuvar
yolaklar aracılığı ile geliştirdiği doğal antiviral yanıtını bozar. Bu virüse
bağlı gelişen “disfonksiyonel” immün yanıt durumu olarak adlandırılır (12) (Resim 2). Bu disfonksiyonda virusun
yapısal ve yapısal olmayan proteinleri sorumludur. Enfeksiyon sırasında özellikle de şiddetli
olgularda lenfopeni gelişir (13). Bu
bozulmuş bir immün sistemin göstergesidir. Lenfositler ve onların alt grupları
dengeli bir immün yanıtın oluşmasında oldukça önemlidir. COVID-19 enfeksiyonu sırasında gelişen bu
lenfopeni kontrolsuz bir immün yanıtın ilk işaretidir. Özellikle şiddetli
olgularda CD3+, CD4+ T yardımcı hücreler ve “sitotoksik süpresör T hücreler
(CD3+, CD8+), regülatör T hücreler normal düzeylerinin altındadırlar. Regülatör
T hücrelerin immün homeostazisin sürdürülmesinde çok önemli bir işleve
sahiptirler ve kontrolsüz immün yanıtı kontrol altında tutmada önemli işlev
görürler. Öte yandan SARS-CoV-2 virüsü kendi RNA’sının
tanınmasını sağlayan PRR’leri işlevsizleştirilir. Ayrıca antiviral bir
mikroçevre yaratmada önemli işlevi olan kemokinlerin reseptörleri virüsler
tarafından bloke edilir (14, 15). Böylece, virüs temizlenmesinde gerekli olan
hücrelerin enfeksiyon bölgesine taşınması engellenmiş olur. Bu engelleyici
etkinin bedeli virus replikasyonunun artması, piroptozis ile hücrelerin
ölmesidir. Dengeli bir şekilde gerçekleşmesi gereken inflamatuvar yanıt yerine
ortamdaki aşırı endojen ve eksojen antijenik yapılar abartılı bir inflamatuvar
yanıt oluştururlar. Sonuçta TNF, interferon-γ, IL-1, IL-6, IL-18, and IL-33, CCL2, CCL3, “monocyte
chemotactic protein-1” (MCP-1) gibi kemokinler, IL-10 ve “transforming growth
factor-β” gibi immünsüpresif sitokinler salınır. Tüm bu mediatörler, makrofaj
aktivasyonunun arttırırken, ARDS, çoklu organ yetersizliklerine ve makrofak aktivasyon sendromuna
yol açan sürecin gelişimini sağlarlar (11) (Resim
27.2).
Resim 27.2. SARS-CoV-2 virüsüne karşı gelişen
“disfonksiyonel” immune yanıt. Bu anormal immün yanıtta etkili olan olası
faktörler; sitokin fırtınası ve MAS gelişiminin olası mekanizmaları (Resim
yazar tarafından düzenlenmiştir).
COVID-19: Makrofaj Aktivasyon
Sendromu
MAS
ve hemofagositik lenfohistiyositozis (HFLH) birbirlerinin yerine kullanılabilen
kavramlardır. Aslında HFLH terimi şemsiye bir kavramdır. Primer ve sekonder
olmak üzere 2 formdan oluşur. Primer form otozomal resesif geçişlidir, çeşitli
mutasyonlara bağlı olarak gelişir ve aileseldir (16, 17). Bu nedenle familial
HFLH denir. Sitotoksik T hücrelerinin ve NK hücrelerinin gerekli olan “ortadan
kaldırıcı” işlevlerinin azalması ya da ortadan kalkması hastalığın temel
mekanizmadır (18, 19). Bu durum, antijenik uyarının hızla ortadan
kaldırılmasını engellemekte ve süreğen bir immün uyarı sağlamaktadır. Sonuçta
uzamış bir immünolojik sinaps ortaya çıkmakta, IFNγ artışı olmakta,
makrofajlar aktive olmakta ve hemofagositoz işlevlerinde aşırı artma meydana
gelmektedir (19). Sekonder form ise
viral, bakteriyel, fungal infeksiyonlar yanında hematolojik ya da solid
maliniteler ve otoimmün ya da otoinflamatuvar hastalıkların seyrinde ortaya
çıkar. Akut gelişen ateş, organomegaliler, lenfadenopatiler, hiperferritinemi,
sitopeni ve sitokin fırtınası ile özelliklidir. MAS ise gerçekte sekonder bir
HFLH durumudur ve daha çok erişkinin still hastalığı, sistemik jüvenil
idyopatik artrit gibi hastalıklar yanında SLE ve Kawasaki gibi otoimmün ya da
otoinflamatuvar hastalıkların seyrinde gelişmektedir (16,17). MAS, sitokin
fırtınasına bağlı olarak hemofagositik aktivite kazanan neoplastik olmayan iyi
farklılaşmış makrofajların ve T hücrelerinin aktivasyonu ve proliferasyonu ile
karakterizedir. MAS, CD8+ T hücrelerinin
ve dendritik hücrelerin perforin aracılıklı hücre lizisinin bozulması sonucunda
CD8+T hücrelerinin ve NK hücrelerinin aşırı aktivite kazanmalarıyla ortaya
çıkar ve sonuçta makrofajlar aşırı aktivite olurlar. Bu ise aşırı bir sitokin
yapımına ve salınmasına yol açar. Bu sitokinler kemik iliği ve diğer retiküloendotelial
sistemdeki hücrelerin fagositozunu kolaylaştır. Bütün bu immüno-inflamatuvar
aktivasyonun laboratuvar karşılığı hiperferritinemi, hemositopeni, hepatik
disfonksiyon ve pıhtılaşma eğilimidir. COVID-19 ile ilgili hiperinflamasyon,
yukarıda sözünü ettiğimiz hastalıkların seyrinde gelişen MAS ile bazı ortak
klinik ve laboratuvar özelliklere sahiptir. Örneğin IL-1β, IL-2, IL-6, IL-7,
IL-17 ve TNF-α gibi sitokinler ve G-CSF, CXCL10, CCL3, and MCP1 gibi kemokinler
MAS’da olduğu gibi, COVID-19 pnömonisi olan hastalarda da aşırı artar (20). COVID-19
enfeksiyonu sırasında sadece bu sitokin ve kemokinler değil ayrıca, ferritin,
CRP, and D-dimer gibi laboratuvar değerlerinin yükselmesi de MAS benzeri bir
hiperinflamasyonun ve fibrinolizin olduğunu düşündürmektedir. (21, 22). Bütün
bunlara rağmen COVID-19 hiperinflamasyonu birebir MAS ölçütlerine uymaz.
Hiperferritinemi COVID-19 pnömonisinin önemli bir özelliği olmasına rağmen
ortalama ferritin değerleri 800 ng/ml iken (22), MAS’lı hastalarda ortalama
değer 10 000 ng/ml’den daha yüksektir (23-26). Bunun yanında MAS seyrinde
fibrinojen ve platelet sayısı azalırken, D-dimer artar. Bunlar dissemine
intravasküler koagülopatinin varlığını gösterir (27). COVID-19 seyrinde sadece
D-dimer yüksektir. MAS’da organomegaliler varken, COVID-19 enfeksiyonu seyrinde
hepatosplenomegali görülmez ya da daha azdır (27). Bu örnekler, COVID-19
enfeksiyonu seyrinde MAS benzeri hiperinflamasyonunun olduğunu düşündürse de
tam MAS olarak değerlendirmemek gerekir. Ancak viral enfeksiyonların MAS
gelişiminde bir neden olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, COVID-19
enfeksiyonu sırasında da MAS ölçütlerini klinik olarak karşılayan hastalarla
karşılaşma olasılığımız bulunmaktadır. Örneğin Yang ve ark. tarafınca yapılan
geriye dönük bir çalışmada, hastaların %6,3’nün HFHL ölçütlerini karşıladığı
saptanmıştır. Bu hastaların da tümü eks olmuştur (28). HFLH tanısı için bazı
kriterler geliştirilmiştir. “Histiocyte Society” tarafından 2004 yılında
geliştirilmiş kriterlerin ölçütleri: ateş, organomegali, sitopeni,
hipertrigliseridemi (>65 mg/dl), hipofibrinojenemi (<150 mg/dl), ferritin
düzeyi (≥500 μg/L), histolojik olarak hemofagositozun gösterilmesi, NK
hücre aktivitesinin azalması ya da olmaması, sCD25 (sIL2Rα) ≥ 2400 U/ml
parametrelerinden oluşmaktadır (29). HScore ölçütleri daha çok seconder HFLH tanısı için
geliştirilmiş ve puanlama esasına dayanan bir değerlendirmedir. HScore’un ≥169 olması HFLH tanısı için %93 duyarlılığa
%86 özgüllüğe sahiptir. Ancak bu ölçütleri COVİD-19 olgularına uyarlamanın bazı
zorlukları bulunmaktadır. Çalışmalarda, COVID-19 enfeksiyonlu hastalarda
trigliserid düzeyine rutin bakılmaması, organ büyüklüğünü araştırmış verilerin
eksikliği, histopatolojik
değerlendirmelerin
çoğunlukla olmaması bu skorlamanın klinikte kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Sonuç olarak, SARS-CoV-2
virüsünün MAS’a ya da MAS benzeri hiperinflamasyona yol açma riski yüksektir.
Şiddetli COVID-19 enfeksiyonu, aslında, akciğere sınırlı hiperinflamatuvar bir
durumdur. Bazı araştırıcılar bu gibi durumları organa spesifik
hiperinflamatuvar durum olarak adlandırmaktadır (31). Ancak hastalığın
şiddetinin artması ile ve inflamasyonun kontrol altına alınamaması sonucunda
çoklu organ yetersizliklerine kadar ilerleyen süreç gelişmektedir. Bu
durumların mekanizmaları konusunda daha ileri çalışmalara gerek vardır. MAS
tedavisinde kullanılan ilaçların ve tedavi yaklaşımlarının, şiddetli COVID-19
enfeksiyonu sırasında da kullanılması ve bazı çalışmalarda yararlarının
gösterilmesi ortak mekanizmalara sahip olduklarını akla getirmektedir.
Sonuç
COVID-19
enfeksiyonun farklı klinik seyri, virus faktörleri yanında (mutasyon özelliği,
viral yük) immün sistemin farklı davranışları ve yandaş hastalıkların
beraberliği ile ilgili olabilir. “Fonksiyonel” bir immün yanıt, virüsün hızla
temizlenmesini sağlayarak sınırlı bir inflamasyon oluştururken, interferon
yapımındaki yetersizlik ve başka mekanizmalar ile özellikli “disfonksiyonel”
bir immün yanıt çoklu organ yetersizliklerine kadar ilerleyen bir sürece yol
açar. Bu konuda yapılacak moleküler çalışmalar, hastalığın mekanizmalarını daha
iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Teşekkür:
Resimlerin çizimini yapan Doç Dr. Barış Cansu’ya ve Prof. Dr. Döndü Ü. Cansu’ya
çok teşekkür ederim.
KAYNAKLAR
BÖLÜM |
COVID-19
Sitokin Fırtınası. MAS Patogenezi |
|
27 |
||
|
Prof.Dr.
Cengiz KORKMAZ İç
Hastalıkları Romatoloji |
|
COVID-19
enfeksiyonu, çoğu kişide yakınmasız ya da hafif belirtilerle atlatılırken,
hastaların bir kısmında hastane yatışı gerektiren pnömonilere yol açar. Bunların bir kısmı da akut respirator distres
sendromunun (ARDS) ortaya çıkmasıyla yoğun bakım yatışına ve mekanik
ventilasyona muhtaç olur. İşte bu şiddetli klinik sürecin belirleyicilerinden
birisi sitokin fırtınası olarak adlandırdığımız durumdur. Bir başka
isimlendirme olarak, sitokin salınma sendromu (SSS) veya hipersitokinemi
terimleri de kullanılmaktadır. Sitokin fırtınası nedir? Günümüzde çok duyarlı
teknikler ile femtogram düzeyindeki sitokinleri bile ölçmek olası iken, sitokin
fırtınasının tam olarak ne anlama geldiğini söylemek zordur. Sitokin fırtınası, bağışıklık sistemini
oluşturan hücrelerin aşırı etkinleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan kontrolsüz
sitokin üretimi ve yüksek dereceli inflamasyon ile özellikli bir durum olarak
tanımlanabilir (1). Sitokin fırtınası sadece infeksiyöz nedenlerden değil,
genetik, onkolojik ve bazı romatolojik hastalıkların seyri sırasında da meydana
gelir. Sitokin fırtınası sonuçta çoklu organ yetersizliklerine ve yüksek
mortaliteye yol açar. Bir viral etken ya da başka bir antijenik yapı nasıl
inflamasyona yol açar, takiben nasıl sitokin fırtınasına kadar ilerleyen ve
hayatı tehdit eden süreç başlar sorusunun yanıtını bilebilmek için inflamasyon
yolaklarının çalışma mekanizmalarını bilmek gerekir.
Bağışıklık sistemi ve İnflamasyon
Bağışıklık
sistemi, doğal (innate) ve edinsel (adaptive) bağışıklık sistemi olmak üzere
iki kısımdan oluşur. Bu iki sistem birbirlerinden bağımsız değildirler,
birbirleri ile eş güdüm içinde çalışırlar. Doğal bağışıklığın elemanları,
nötrofiller, makrofajlar, monositler, dendritik hücreler, kompleman sistemi ve
sitokinlerden oluşur. Bu hücreler üzerinde “pattern recognition receptors”
(PRRs) olarak adlandırılan ve yabancı antijenleri tanıma özelliği olan
reseptörler bulunmaktadır. Bu reseptörler “pathogen-associated molecular
patterns” (PAMPs) olarak adlandırılan, organizmaya yabancı olan ya da yabancı
olmasa da çeşitli süreçler sonucu değişime uğramış yapıları tanırlar ve bunlara
karşı inflamatuvar bir tepkinin oluşması için inflamatuvar yolakların
etkinleşmesini sağlarlar (2). Ancak bağışıklık sistemini etkinleştiren sadece
hücre dışından gelen antijenik yapılar değildir. Hücre içinden de kaynaklanan
antijenik özellikli yapılar ortaya çıkabilir. Bunlar “danger associated
molecular patterns” (DAMPs) olarak adlandırılır. Bunlar da hücredeki
inflamatuvar yolakları etkinleştiren uyaranlar olarak rol oynarlar. PRR’lerin
en önemlileri hem hücre yüzeyinde hem de hücre içi endozomların membranında
bulunan “Toll-like” reseptörlerdir. Örnek vermek gerekirse, viral PAMP’lar,
özelllikle de viral RNA’lar, endosomal TLR-7’ler ve sitozolik nükleik asit sensörü
olan “retinoic-acid inducible gene 1” (RIG-1) ve “melanoma
differentiation-associated protein 5 (MDA5) tarafından algılanır (3,4).
Viral bir etken inflamatuvar
yolakları nasıl etkinleştirir?
Virüsün
kendisi, partikülleri ya da piroptosis olarak adlandırdığımız inflamatuvar
aracılıklı hücre ölümünü takiben ortaya çıkan hasarla ilişkili moleküller
(DAMPs), hücre yüzeyinde bulunan ya da hücre içinde bulunan “toll like”
reseptörler aracılığı ile algılanır. Bu algılama sonucu 3 ayrı doğal bağışıklık
tepkisi ortaya çıkar. Bunlardan ilki, NF-ĸB aracılıklı inflamatuvar sitokin
sentezini arttıran genlerin aktifleşmeleri; ikincisi, tip 1 interferon
aracılıklı antiviral yanıtı sağlayan düzenleyici genlerin etkinleşmesidir (5).
Bağışıklık sisteminin doğal bağışıklık kanadını etkinleştiren bir başka durum,
virus ile infekte hücrelerde ortaya çıkan DAMP’lari tanıyan ve bunlara karşı
inflamasyon kaskadını harekete geçiren inflamazom sisteminin etkinleşmesidir.
İnflamazom aktivasyonu sonucu IL-1 beta sentezi ve salınımı artar (6). Bütün bu süreçler, dıştan ya da içten gelen
zararlı ya da yabancı etkene karşı organizmanın dengeli bir şekilde, kendisine
zarar vermeyecek ölçüde bir inflamatuvar yanıtın verilmesini sağlar. Böylece
zararlı etken, sınırlı bir inflamatuvar yanıt ile ve kısa süre içerisinde
ortamdan temizlenir. Bu süreçte virus ile enfekte hücreler doğal bağışıklık
sisteminin bir elemanı olan NK hücreler tarafından ve edinsel bağışıklık
sisteminin elemanı olan CD8 (+) sitotoksik T hücreleri tarafından perforin aracılıklı
hücre lizisi mekanizması ile parçalanarak ortadan kaldırılır. Bunun yanında
antiinflamatuvar sitokinler ve regülatör T lenfositleri de inflamasyonun
sınırlanmasına katkı sağlarlar. Bu dengeli, organizmaya zarar vermeden gelişen
bağışıklık sistemi yanıtına “fonksiyonel immün yanıt” denir (Resim 27.1).
Resim 27.1. SARS-CoV-2 virüsüne karşı
gelişen normal “fonksiyonel” immün yanıt (Resim yazar tarafından
düzenlenmiştir). PAMPs: “Pathogen-associated molecular patterns”, DAMPs:
“Danger associated molecular patterns”
SARS-CoV-2 virüsü ve immünopatogenezi
Sitokin
fırtınasını daha iyi anlamak için hastalık etkeni ile immün sistemin nasıl
etkileştiğini bilmemiz gerekir. SARS-CoV-2 virüsü ile temastan makrofaj
aktivasyon sendromuna (MAS) kadar ilerleyen süreç nasıl gelişmektedir?
SARS-CoV-2 virüsü damlacık yoluyla alındıktan sonra üst solunum yoluna takiben
akciğere yerleşmektedir. Virüs, ACE2 reseptörünü kullanarak farinks, larinks,
tip-II pnömositleri, alveolar maktrofajları ve endotel hücrelerini enfekte
eder. Virüs yüzeyinde bulunan S protein S1 ve S2 alt tiplerden oluşur. S1, ACE2 reseptörüne bağlanırken S2 hücre
membranı ile füzyon yapar. Ancak bu olaydan önce bir transmembran serin proteazı
olanTMPRSS2’nin S proteinini S1 ve S2 olmak üzere 2 parçaya ayırması gerekir.
S-ACE2 birleşimi ve membran füzyonundan sonra virus hücreye girer (7). Hücre
içinde endosomik sistemi kullanarak sitoplazmaya ulaşır ve burada virus viral
RNA genomunu çoğaltır ve yeni virus partikülleri oluşturur. Takiben bulunduğu
hücre parçalanır ve virus ortama dağılarak diğer hücreleri enfekte etmeye devam
eder (8). Bütün bunlar olurken bağışıklık sistemi ne yapar? Bunun için
bağışıklık sisteminin enfeksiyon etkenlerine karşı nasıl tepki verdiğine
bakmamız gerekir. SARS-CoV-2 virüsü hem doğal hem de edinsel bağışıklık
sistemini etkiler (9). Yukarıda
sözünü ettiğimiz, NF-kB yolu, tip I interferon yolağı ve inflamazom aktivasyonu
sonucu proinflamatuvar sitokinlerin genlerindeki aktifleşmeyle sitokinler
sentezlenir ve salgılanır. SARS-CoV-2 infeksiyonu sırasında önce IL-1β, IL-1RA,
IL-7, IL-8, IL-10, IFN-ɣ, “monocyte chemoattractant peptide” (MCP)-1,
“macrophage inflammatory protein” (MIP)-1A, MIP-1B, “granulocyte-colony stimulating
factor” (G-CSF) ve “tumor necrosis factor-alpha” (TNF-α) gibi sitokinlerin
düzeyi artar (10). Özellikle yoğun bakım hastalarında IL-2, IL-7, IL-17, IL-10
ve TNF-α gibi sitokinler çok daha fazla artar (10, 11). Ayrıca bu süreçte
CXCL8, IP10, MCP1, MIP1α, MIP1β gibi kemokinler de artar ve inflamatuvar sürece
katkı sağlarlar. Kemokinler, NK hücrelerini, dendritik hücreleri, nötrofilleri,
monositleri ve lenfositleri olay yerine çekerler. Bu lenfositler (CD4 T
hücreler) bir yandan dendritik hücreler tarafından kendilerine sunulan viral
antijenik yapıları tanırlar ve SARS-CoV-2 virüsünün spike proteinine ve
nükleokapsid proteinine yönelik özgül antikor geliştirilmesi için B
lenfositlere sinyal gönderirler. Diğer yandan da virüsü hedefleyen ve
temizleyen sitotoksik T lenfositleri uyarırlar.
Ig A, M ve G tipi antikorlar bu immünolojik olaylar sonucunda oluşur ve
ACE2 reseptörü taşıyan hücrelerin infekte olmasını sağlayacak virüsün
nötrolizasyonunda önemli işlev görürler.
SARS-CoV-2 virüsü sitokin fırtınasına
nasıl yol açar?
COVID-19
enfeksiyonu etkeni olan SARS-CoV-2 virüsü immün sistem üzerinde nasıl etki
gösterir de sitokin fırtınasına ve MAS’a kadar ilerleyen bir dizi olaylara yol
açar? Bu süreçte genetik ve epigenetik faktörlerin ne kadar belirleyici olduğunu
tam olarak bilmiyoruz. Ancak bazı ailelerde birden fazla kişinin COVID-19
enfeksiyonundan daha ağır etkilenmeleri ya da ölmeleri ek genetik ve epigenetik
faktörlerin önemli olabileceğini akla getiriyor. SARS-CoV-2 virüsü vücudun inflamatuvar
yolaklar aracılığı ile geliştirdiği doğal antiviral yanıtını bozar. Bu virüse
bağlı gelişen “disfonksiyonel” immün yanıt durumu olarak adlandırılır (12) (Resim 2). Bu disfonksiyonda virusun
yapısal ve yapısal olmayan proteinleri sorumludur. Enfeksiyon sırasında özellikle de şiddetli
olgularda lenfopeni gelişir (13). Bu
bozulmuş bir immün sistemin göstergesidir. Lenfositler ve onların alt grupları
dengeli bir immün yanıtın oluşmasında oldukça önemlidir. COVID-19 enfeksiyonu sırasında gelişen bu
lenfopeni kontrolsuz bir immün yanıtın ilk işaretidir. Özellikle şiddetli
olgularda CD3+, CD4+ T yardımcı hücreler ve “sitotoksik süpresör T hücreler
(CD3+, CD8+), regülatör T hücreler normal düzeylerinin altındadırlar. Regülatör
T hücrelerin immün homeostazisin sürdürülmesinde çok önemli bir işleve
sahiptirler ve kontrolsüz immün yanıtı kontrol altında tutmada önemli işlev
görürler. Öte yandan SARS-CoV-2 virüsü kendi RNA’sının
tanınmasını sağlayan PRR’leri işlevsizleştirilir. Ayrıca antiviral bir
mikroçevre yaratmada önemli işlevi olan kemokinlerin reseptörleri virüsler
tarafından bloke edilir (14, 15). Böylece, virüs temizlenmesinde gerekli olan
hücrelerin enfeksiyon bölgesine taşınması engellenmiş olur. Bu engelleyici
etkinin bedeli virus replikasyonunun artması, piroptozis ile hücrelerin
ölmesidir. Dengeli bir şekilde gerçekleşmesi gereken inflamatuvar yanıt yerine
ortamdaki aşırı endojen ve eksojen antijenik yapılar abartılı bir inflamatuvar
yanıt oluştururlar. Sonuçta TNF, interferon-γ, IL-1, IL-6, IL-18, and IL-33, CCL2, CCL3, “monocyte
chemotactic protein-1” (MCP-1) gibi kemokinler, IL-10 ve “transforming growth
factor-β” gibi immünsüpresif sitokinler salınır. Tüm bu mediatörler, makrofaj
aktivasyonunun arttırırken, ARDS, çoklu organ yetersizliklerine ve makrofak aktivasyon sendromuna
yol açan sürecin gelişimini sağlarlar (11) (Resim
27.2).
Resim 27.2. SARS-CoV-2 virüsüne karşı gelişen
“disfonksiyonel” immune yanıt. Bu anormal immün yanıtta etkili olan olası
faktörler; sitokin fırtınası ve MAS gelişiminin olası mekanizmaları (Resim
yazar tarafından düzenlenmiştir).
COVID-19: Makrofaj Aktivasyon
Sendromu
MAS
ve hemofagositik lenfohistiyositozis (HFLH) birbirlerinin yerine kullanılabilen
kavramlardır. Aslında HFLH terimi şemsiye bir kavramdır. Primer ve sekonder
olmak üzere 2 formdan oluşur. Primer form otozomal resesif geçişlidir, çeşitli
mutasyonlara bağlı olarak gelişir ve aileseldir (16, 17). Bu nedenle familial
HFLH denir. Sitotoksik T hücrelerinin ve NK hücrelerinin gerekli olan “ortadan
kaldırıcı” işlevlerinin azalması ya da ortadan kalkması hastalığın temel
mekanizmadır (18, 19). Bu durum, antijenik uyarının hızla ortadan
kaldırılmasını engellemekte ve süreğen bir immün uyarı sağlamaktadır. Sonuçta
uzamış bir immünolojik sinaps ortaya çıkmakta, IFNγ artışı olmakta,
makrofajlar aktive olmakta ve hemofagositoz işlevlerinde aşırı artma meydana
gelmektedir (19). Sekonder form ise
viral, bakteriyel, fungal infeksiyonlar yanında hematolojik ya da solid
maliniteler ve otoimmün ya da otoinflamatuvar hastalıkların seyrinde ortaya
çıkar. Akut gelişen ateş, organomegaliler, lenfadenopatiler, hiperferritinemi,
sitopeni ve sitokin fırtınası ile özelliklidir. MAS ise gerçekte sekonder bir
HFLH durumudur ve daha çok erişkinin still hastalığı, sistemik jüvenil
idyopatik artrit gibi hastalıklar yanında SLE ve Kawasaki gibi otoimmün ya da
otoinflamatuvar hastalıkların seyrinde gelişmektedir (16,17). MAS, sitokin
fırtınasına bağlı olarak hemofagositik aktivite kazanan neoplastik olmayan iyi
farklılaşmış makrofajların ve T hücrelerinin aktivasyonu ve proliferasyonu ile
karakterizedir. MAS, CD8+ T hücrelerinin
ve dendritik hücrelerin perforin aracılıklı hücre lizisinin bozulması sonucunda
CD8+T hücrelerinin ve NK hücrelerinin aşırı aktivite kazanmalarıyla ortaya
çıkar ve sonuçta makrofajlar aşırı aktivite olurlar. Bu ise aşırı bir sitokin
yapımına ve salınmasına yol açar. Bu sitokinler kemik iliği ve diğer retiküloendotelial
sistemdeki hücrelerin fagositozunu kolaylaştır. Bütün bu immüno-inflamatuvar
aktivasyonun laboratuvar karşılığı hiperferritinemi, hemositopeni, hepatik
disfonksiyon ve pıhtılaşma eğilimidir. COVID-19 ile ilgili hiperinflamasyon,
yukarıda sözünü ettiğimiz hastalıkların seyrinde gelişen MAS ile bazı ortak
klinik ve laboratuvar özelliklere sahiptir. Örneğin IL-1β, IL-2, IL-6, IL-7,
IL-17 ve TNF-α gibi sitokinler ve G-CSF, CXCL10, CCL3, and MCP1 gibi kemokinler
MAS’da olduğu gibi, COVID-19 pnömonisi olan hastalarda da aşırı artar (20). COVID-19
enfeksiyonu sırasında sadece bu sitokin ve kemokinler değil ayrıca, ferritin,
CRP, and D-dimer gibi laboratuvar değerlerinin yükselmesi de MAS benzeri bir
hiperinflamasyonun ve fibrinolizin olduğunu düşündürmektedir. (21, 22). Bütün
bunlara rağmen COVID-19 hiperinflamasyonu birebir MAS ölçütlerine uymaz.
Hiperferritinemi COVID-19 pnömonisinin önemli bir özelliği olmasına rağmen
ortalama ferritin değerleri 800 ng/ml iken (22), MAS’lı hastalarda ortalama
değer 10 000 ng/ml’den daha yüksektir (23-26). Bunun yanında MAS seyrinde
fibrinojen ve platelet sayısı azalırken, D-dimer artar. Bunlar dissemine
intravasküler koagülopatinin varlığını gösterir (27). COVID-19 seyrinde sadece
D-dimer yüksektir. MAS’da organomegaliler varken, COVID-19 enfeksiyonu seyrinde
hepatosplenomegali görülmez ya da daha azdır (27). Bu örnekler, COVID-19
enfeksiyonu seyrinde MAS benzeri hiperinflamasyonunun olduğunu düşündürse de
tam MAS olarak değerlendirmemek gerekir. Ancak viral enfeksiyonların MAS
gelişiminde bir neden olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, COVID-19
enfeksiyonu sırasında da MAS ölçütlerini klinik olarak karşılayan hastalarla
karşılaşma olasılığımız bulunmaktadır. Örneğin Yang ve ark. tarafınca yapılan
geriye dönük bir çalışmada, hastaların %6,3’nün HFHL ölçütlerini karşıladığı
saptanmıştır. Bu hastaların da tümü eks olmuştur (28). HFLH tanısı için bazı
kriterler geliştirilmiştir. “Histiocyte Society” tarafından 2004 yılında
geliştirilmiş kriterlerin ölçütleri: ateş, organomegali, sitopeni,
hipertrigliseridemi (>65 mg/dl), hipofibrinojenemi (<150 mg/dl), ferritin
düzeyi (≥500 μg/L), histolojik olarak hemofagositozun gösterilmesi, NK
hücre aktivitesinin azalması ya da olmaması, sCD25 (sIL2Rα) ≥ 2400 U/ml
parametrelerinden oluşmaktadır (29). HScore ölçütleri daha çok seconder HFLH tanısı için
geliştirilmiş ve puanlama esasına dayanan bir değerlendirmedir. HScore’un ≥169 olması HFLH tanısı için %93 duyarlılığa
%86 özgüllüğe sahiptir. Ancak bu ölçütleri COVİD-19 olgularına uyarlamanın bazı
zorlukları bulunmaktadır. Çalışmalarda, COVID-19 enfeksiyonlu hastalarda
trigliserid düzeyine rutin bakılmaması, organ büyüklüğünü araştırmış verilerin
eksikliği, histopatolojik
değerlendirmelerin
çoğunlukla olmaması bu skorlamanın klinikte kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Sonuç olarak, SARS-CoV-2
virüsünün MAS’a ya da MAS benzeri hiperinflamasyona yol açma riski yüksektir.
Şiddetli COVID-19 enfeksiyonu, aslında, akciğere sınırlı hiperinflamatuvar bir
durumdur. Bazı araştırıcılar bu gibi durumları organa spesifik
hiperinflamatuvar durum olarak adlandırmaktadır (31). Ancak hastalığın
şiddetinin artması ile ve inflamasyonun kontrol altına alınamaması sonucunda
çoklu organ yetersizliklerine kadar ilerleyen süreç gelişmektedir. Bu
durumların mekanizmaları konusunda daha ileri çalışmalara gerek vardır. MAS
tedavisinde kullanılan ilaçların ve tedavi yaklaşımlarının, şiddetli COVID-19
enfeksiyonu sırasında da kullanılması ve bazı çalışmalarda yararlarının
gösterilmesi ortak mekanizmalara sahip olduklarını akla getirmektedir.
Sonuç
COVID-19
enfeksiyonun farklı klinik seyri, virus faktörleri yanında (mutasyon özelliği,
viral yük) immün sistemin farklı davranışları ve yandaş hastalıkların
beraberliği ile ilgili olabilir. “Fonksiyonel” bir immün yanıt, virüsün hızla
temizlenmesini sağlayarak sınırlı bir inflamasyon oluştururken, interferon
yapımındaki yetersizlik ve başka mekanizmalar ile özellikli “disfonksiyonel”
bir immün yanıt çoklu organ yetersizliklerine kadar ilerleyen bir sürece yol
açar. Bu konuda yapılacak moleküler çalışmalar, hastalığın mekanizmalarını daha
iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Teşekkür:
Resimlerin çizimini yapan Doç Dr. Barış Cansu’ya ve Prof. Dr. Döndü Ü. Cansu’ya
çok teşekkür ederim.
KAYNAKLAR