ESTETİK AMACI İLE YAPILAN MAMMOPLASTİ SPESMENLERİNDE İNSİDENTAL OLARAK SAPTANAN PROLİFERATİF LEZYONLARIN İNVAZİV MEME KARSİNOMU OLGULARINDAKİ LEZYONLAR İLE BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLMESİ


Mülkem O. F., Şeker N. S.

32. Ulusal Patoloji Kongresi, Antalya, Türkiye, 25 - 29 Ekim 2023, ss.306

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Antalya
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.306
  • Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Amaç: Redüksiyon mammoplasti (RM) operasyonları sıklıkla meme küçültme, asimetri düzeltilmesi için yapılmaktadır. Bu materyallerin değerlendirmesi invaziv meme karsinomu (IMK) gelişme riski yüksek hastalarda, prekanseröz ya da kansere eşlik edebilecek lezyonların saptanması açısından önemlidir. Bu çalışmada amacımız, İnvaziv meme karsinomu olgularının çevre parankiminde saptanan lezyonlar ile RM materyallerinde görülen lezyonların değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 2020-2023 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde opere edilen, 214 RM ve 126 İMK olgusu vardır. Spesmenlerde non-proliferatif/proliferatif lezyonlar (P-NPL) yanı sıra malign olgularda invaziv tümörün tipi kaydedilmiştir. Ayrıca olguların yaş dağılımları, lezyonların bilateralitesi değerlendirilmiştir. Bulgular: Redüksiyon mamoplasti olgularının yaş ortalaması 38, 54, İMK’ların yaş ortalaması 56, 47’dir. Toplam 340 hastanın %58, 82’ inde P-NPL lezyonlar izlenmiştir. RM’lerde %59, 35; İMK’larda %57, 93 oranında P-NPL vardır. En sık rastlanan P-NPL her iki materyalde apokrin metaplazidir. RM  ve İMK olguları kıyaslandığında; kolumnar hücre değişikliği (%9, 34/21, 42), kistik değişikler (%14, 48/ 5, 55), intraduktal papillom (%2, 33/12, 60), radyal skar (%0/3, 96), atipik lobüler hiperplazi (ALH) (%0/3, 96), atipik duktal hiperplazi (ADH) (%0/3, 96), duktal ektazi (%8, 87/3, 96) olarak saptanmıştır. Tüm RM’lerin %24, 76’sında P- NPL ‘ler bilateral saptanmıştır. En çok bilateralite gösteren intraduktal papillom (%40), çoğunlukla unilateral olan lezyon duktal ektazidir (%5, 26). Solda oransal olarak en fazla kistik değişiklikler, en az ise duktal epitelyal hiperplazi izlenmiştir. İMK olgularında radyal skar hariç özel tip içermeyen İMK olguları baskındır. Radyal skar ise tüm alt tiplerde eşit olarak dağılım göstermiştir. Sonuç: Prekanseröz ve riskli lezyonların saptanması, uygun klinik takip açısından önem taşımaktadır. RM materyalleri genellikle benign proliferasyonlar olan lezyonlar içerebilir. Atipik lezyonların ise daha yüksek İMK geliştirme riski taşıdığı bilinmektedir. Literatürde yüksek riskli proliferatif lezyonların İMK olgularında daha sık saptandığı bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda da riskli proliferatif lezyonlar azımsanmayacak ölçüde RM olgularında saptanmıştır. Sonuç olarak bu tip olguların doğru klinik yaklaşımı açısından, bu çalışmanın prospektif çalışmalar ile desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.