Kamu Yönetimi Kongresi, Ankara, Türkiye, 26 - 27 Ekim 2023
Bu çalışma günümüzde
parçalanan küreselleşmenin yarattığı karmaşık dünya düzeni içinde gittikçe
yaygınlaşan otoriter popülist rejimlerin ortaya çıkardığı yatay ve dikey
eşitsizlikleri tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Küreselleşmenin ulusları
birbirine yaklaştırma iddiası, ulus-devletin kamucu politikalarını aşındırmış
ve otoriter popülist rejimler yaygınlaşmıştır. Kapitalizm, neoliberalizm ve demokrasi arasındaki bağlantı, umulanın
aksine aktif yurttaşlığı yıpratmıştır. Ontolojik olarak yan yana durması mümkün
gözükmeyen çeşitli bileşenleri aynı yapı içerisinde eritme kabiliyeti,
popülizmi günümüz siyasal hayatındaki girift ilişkileri anlamak için anahtar
haline getirmiştir. Otoriter
popülist rejimler, demokrasinin vazgeçilmez değerlerini anlamlandırma ve
yorumlama becerisiyle günümüz demokrasisinin krizini de üretmektedir. Dünyanın pek çok farklı coğrafyasındaki popülist
rejimlerin muğlak hali, ayrıştırıcı kimlik politikalarıyla farklı eğilimleri
düşmanlaştırmıştır. Düşmanın icadı farklı biçimlerde fakat büyük benzerlikler
taşıyan küresel bir fenomen halini almıştır. Popülizmin kamu tanımı kuşatıcı ve
kapsayıcı olmanın aksine dışlayıcıdır. Oysa demokratik bir
toplumun inşası ancak eşitsizlikleri azaltan çok bileşenli kapsayıcı kamu
politikalarıyla yakından ilişkilidir.
Popülizmin ne olduğu
üstüne farklı sonuçlara ulaşmış birçok tartışma içinde Isaiah Berlin'in
popülizm açıklaması kapsayıcı tek bir formül arayışının dışlayıcı yönüne dikkat
çekmesi açısından değerlidir. Berlin'e göre popülizmi ne kadar tek bir formül
altında anlamaya çalışırsak, dışladıklarımız da bir o kadar artacaktır.
Popülizm açıklamaya çalıştıkça hesaba katamadıkları da aynı ölçüde genişleyen
ve kayganlaşan bir yapıdadır. Sosyal
bilimciler için tam “anladım ve açıklayacağım” derken elinden uçup giden ama
peşinden koşmaktan da asla vazgeçilmemesi gereken bir inşa sürecidir bahsi
geçen. Bu noktadan hareketle, bu çalışma popülist söylemlerin kayganlığı
arasında sıkışmış demokratik siyasetin dışladığı sıradan insanların gündelik
hayatını tartışmaya açacaktır.
Çalışmanın ana
argümanı otoriter popülist rejimlerin görmezden geldiği sıradan insanların
kamucu politikalarla güçlendirildiği ölçüde demokrasinin köklü bir hal
alacağıdır. Çünkü bu şekilde popülizmin meşrulaştırdığı, dikey ve yatay eşitsizlikler
eritilerek toplumsal bütünleşme düşüncesine ulaşılabilir. Söz konusu olan
eşitsizlikler çerçevesinde adaletsizliğin ortaya çıkardığı sosyal gerginlik,
düşük ekonomik büyümenin ve gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı yoksulluk,
hukukun üstünlüğünün zayıflaması ve insan hakları ihlallerinin toplumsal yaşam
üzerindeki toksik etkilerinin arındırılması adına kamu yönetimi politikalarının
ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikleri ortadan kaldıracak sistemler
oluşturması gerekmektedir. Dolayısıyla bu kapsamda tasarlanan politikaların
sistemlerin sürdürülebilirliğini esas alarak eşitsizliklerin her türünü ortadan
kaldırmanın yanında eşitsizlik oluşumuna imkân vermeyen bir yapı ortaya
çıkarması mümkün olabilecektir. Beklenin aksine kesişimsel eşitsizliklerin
yarattığı güvencesizlik ve toplumsal hoşnutsuzluk toplumsal hayatı dönüştürücü
bir potansiyel oluşturmak yerine bölünmüş, ayrışmış bir yapı ortaya çıkarmıştır.
Kamu kavramını insana ait olan her şeyi kapsayan bir içerik olarak ele almak
toplumun sağaltılması adına önemlidir. Bu noktada, Hobsbawn'ın ulusların
yukarıdan inşa edilmiş olsa da “aşağıdan bakılmadıkça anlaşılmayacağı”
saptaması kamu yönetimi alanında gözden kaçan bireysel olanın kolektif olanla
ilişkiselliğini kurmak için uygun bir zemin sunar. Bu bağlamda, bireysel olanla
kolektif olanın temas ettiği kamusal alanda sıradan insanların gündelik
hayatlarına bakarak makro-politikaların, kamu yönetimi sisteminin, popülist
söylemlerin, kimlik siyasetinin kesişimsel eşitsizlikleri nasıl ürettiği
bireysel deneyimlerden hareketle tartışmaya açılacaktır.